Teknoloji sınıfın kapısını çoktan çaldı.
Akıllı tahtalar, dijital kitaplar, yapay zekâ destekli uygulamalar derken şimdi de “robot öğretmen” konuşuluyor. Düşünsene… Bir gün sınıfa giriyorsun, tahtanın önünde bir robot duruyor: Güler yüzü sabit, sesi hiç değişmiyor, asla yorulmuyor.
Güzel gibi, değil mi? Ama biraz da ürkütücü. Çünkü eğitim, sadece bilgi aktarmak değildir.
Gerçek öğretmen, sınıfa girer girmez havayı hisseder.
Bir öğrencinin suratı asıksa, o fark eder.
“Bir şey mi oldu?” diye sorması bile bazen dersten daha değerlidir.
Bir öğrencinin yazısı kötüleşmişse, gözleri dalıyorsa, öğretmen bunun yorgunluk mu, üzüntü mü, yoksa ilgisizlik mi olduğunu sezebilir.
Bir robot bunları hissedebilir mi?
Belki yüz tanıma sistemiyle “öğrencinin ifadesi üzgün” der ama nedenini anlayamaz.
Bir yazılım, bir çocuğun sessizliğinin arkasındaki hikâyeyi çözebilir mi?
Robot öğretmenlerin avantajı çok tabii:
Asla sinirlenmezler, konuyu kaç kez anlatırsan anlat sıkılmazlar.
Ama bazen eğitimde önemli olan, aynı cümleyi yüz kere anlatmak değil, öğrencinin o cümleyi anlamadığı için gözlerinin dolduğunu fark etmektir.
Gerçek öğretmen, öğrenciye sadece “bilgiyi” değil, kendine güvenmeyi öğretir.
Bazen bir sınav kâğıdına yazılan küçük bir not, bir öğrencinin bütün geleceğini değiştirir:
“Sen bunu yaparsın.”
O cümleyi bir robot kurabilir belki ama o inancı veremez.
Gerçek öğretmen, sadece ders anlatmaz; umut aşılar
O sıcaklık, o inanç hiçbir makineye yüklenemez.
Eğitim, bir veri aktarımı değil, bir ruh alışverişidir.
Robotlar öğrenmeyi kolaylaştırabilir ama öğrenmeyi anlamlı kılan insandır.
Çünkü bir öğretmen sadece anlatmaz, anlar.
Belki gelecekte robotlar sınıfta olacak…
Ama umut edelim ki o sınıfta her zaman bir öğretmen kalbi de bulunacak.
Çünkü bilgi ezberlenir, ama insanlık hissedilerek öğrenilir.


